Gebelikte Enfeksiyonlar
GEBELİKTEKİ ENFEKSİYONLAR
-İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
-RUBELLA ENFEKSİYONLARI
-TOKSOPLAZMA ENFEKSİYONLARI
-CMV VİRUS ENFEKSİYONLARI
-İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
-RUBELLA ENFEKSİYONLARI
-TOKSOPLAZMA ENFEKSİYONLARI
-CMV VİRUS ENFEKSİYONLARI
İDRAR YOLU ENFEKSİYONLARI
İdrar yolu enfeksiyonları kadın hastalıkları ve doğum hekimlerinin çok sık karşı karşıya kaldığı hastalıklardan birisidir. Jinekoloğa başvuran hastaların yaklaşık %10’unun idrar yolu enfeksiyonu sorunu olduğu tahmin edilmektedir. Öte yandan tüm kadınların %15-20’si hayatlarının bir döneminde idrar yolu enfeksiyonuna yakalanırlar.
Hamile kadınların ise yaklaşık %8’inde idrar yolu enfeksiyonları görülür. Görülen bu enfeksiyon herhangi bir belirti vermeyen ve asemptomatik bakteriüri, mesane enfeksiyonu (sistit) ya da böbrek enfeksiyonu şeklinde olabilir.
İdrar vücuttaki atık maddeleri dış dünyaya taşıyan bir madde olmasına karşın kendisi sterildir yani herhangi bir mikrop içermez. Bunun nedeni böbreklerde üretilen idrarın mesaneye ve oradan da dış dünyaya atılması sırasında sağlanan mekanik temizliktir. İdrar yollarının enfekte olabilmesi için mikropların bir şekilde idrar yolları içine girip burada birikmesi ve çoğalması gerekir. Böyle bir durum için en uygun yol mikropların vajina yolu ile üretraya girip (mesane ile dış dünya arasındaki boru şeklindeki ve idrarın yapıldığı bölüm) buradan yukarıya mesaneye çıkması, mesanede çoğaldıktan sonra böbrekler ile mesane arasında bulunan üreter adı verilen borular yolu ile de böbreklere ulaşmasıdır. Bu aşağıdan yukarıya doğru gelişen enfeksiyonlara assendan enfeksiyon adı verilir. Eğer mesanede idrar varsa bu mikroplar için uygun üreme ortamı yaratır.
Mikropların idrar yollarına bir başka ulaşma yolu da kan yoluyla olur. Vücudun bir başka bölgesindeki enfeksiyon etkenleri kan ile böbreklere ulaşabilir ve burada ikinci bir enfeksiyona yol açabilir. Ancak bu son derece nadir bir durumdur.
Kadınlar anatomik yapıları nedeni ile idrar yolu enfeksiyonlarına çok daha yatkındırlar. Mesane ile dış dünya arasındaki üretra adı verilen yapı kadınlarda daha kısa olduğundan mikroplar buradan kolayca ve kısa zamanda mesaneye ulaşabilirler. Ancak çok su içen ve çok sık idrara çıkan kadınlarda idrar yaparken üretra içinde bulunan mikroplar da dışarıya atıldığından mekanik temizlik gerçekleşmiş olur ve böylece enfeksiyon gelişme şansı azalır.
Hamilelikte neden idrar yolları enfeksiyonları daha sık görülür?
Hamile kadınlar hamile olmayanlara göre idrar yolları enfeksiyonlarına yakalanma açısından daha büyük risk altındadırlar. Hamilelerde idrar yolu enfeksiyonları genelde 6 haftalarda görülmeye başlarken en sık 22-24. haftalarda ortaya çıkar.
Hamile kadınlar hamile olmayanlara göre idrar yolları enfeksiyonlarına yakalanma açısından daha büyük risk altındadırlar. Hamilelerde idrar yolu enfeksiyonları genelde 6 haftalarda görülmeye başlarken en sık 22-24. haftalarda ortaya çıkar.
Hamilelik sırasında kadınların %90’ında böbreklerde üretilen idrarı mesaneye taşıyan üreterlerde genişleme olur ve bu genişleme doğuma kadar devam eder. Salgılanan hormonlara bağlı olarak tüm düz kaslarda olduğu gibi idrar yollarındaki düz kaslarda da gevşeme olur ve bunun sonucunda idrarın akım hızında azalma meydana gelir. Buna üriner staz adı verilir. Yine benzer hormonal nedenler ile mesaneden üreterlere idrar geri akımı (reflü) olur.
Öte yandan hamile kadınların büyük bir kısmında idrarda glukoz yani şeker bulunur. Bu tamamen normal bir durum olmakla birlikte bakteriler için uygun bir üreme zemini hazırlar. Ayrıca gebelik sırasında idrarın konsantrasyonu yani yoğunluğu artar. İdrardaki östrojen ve progesteron hormonu da eklendiğinde idrar yollarının bakteriler ile mücadele etme gücü azalır.
Bakteriyoloji
Hamilelerde idrar yolu enfeksiyonuna neden olan mikroorganizmalar hamile olmayanlar ile benzerlik gösterir. Olguların %80-90’nında sorumlu mikrop Escherichia coli’dir. Halk arasında koli basili olarak da bilinen bu bakteri dışkıda bulunur. Bunlar dışında Proteus mirabilis, Klebsiella pneumoniae’da sık görülen bakterilerdir. Grup B streptokok and Staphylococcus saprophyticus ise nadir görülen bakterilerdir.Çok nadiren Gardnerella vaginalis ve Ureaplasma ureolyticum’da idrar yolu enfeksiyonundan sorumlu olan mikroorganizmalardır.
Hamilelerde idrar yolu enfeksiyonuna neden olan mikroorganizmalar hamile olmayanlar ile benzerlik gösterir. Olguların %80-90’nında sorumlu mikrop Escherichia coli’dir. Halk arasında koli basili olarak da bilinen bu bakteri dışkıda bulunur. Bunlar dışında Proteus mirabilis, Klebsiella pneumoniae’da sık görülen bakterilerdir. Grup B streptokok and Staphylococcus saprophyticus ise nadir görülen bakterilerdir.Çok nadiren Gardnerella vaginalis ve Ureaplasma ureolyticum’da idrar yolu enfeksiyonundan sorumlu olan mikroorganizmalardır.
Yakınma ve bulgular
İdrar yolu enfeksiyonları üç değişik şekilde görülebilir. Bunlar asemptomatik bakteriüri, sistit (mesane enfeksiyonu)ve pyelonefrittir (böbrek enfeksiyonu).
İdrar yolu enfeksiyonları üç değişik şekilde görülebilir. Bunlar asemptomatik bakteriüri, sistit (mesane enfeksiyonu)ve pyelonefrittir (böbrek enfeksiyonu).
Asemptomatik bakteriüri
Hastada herhengi bir yakınma olmamasına karşılık idrar kültüründe mililitrede 100.000’den fazla bakteri kolonisi saptanması durumunda asemptomatik bakteriüri tanısı konur. Hamile kadınların yaklaşık %10’unda saptanır. Tedavi edilmediğinde pyelonefrit görülme riskinde artış olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle bazı yazarlar her hamile kadında ilk kontrolde idrar kültürü yapılmasını önermektedir.
Hastada herhengi bir yakınma olmamasına karşılık idrar kültüründe mililitrede 100.000’den fazla bakteri kolonisi saptanması durumunda asemptomatik bakteriüri tanısı konur. Hamile kadınların yaklaşık %10’unda saptanır. Tedavi edilmediğinde pyelonefrit görülme riskinde artış olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle bazı yazarlar her hamile kadında ilk kontrolde idrar kültürü yapılmasını önermektedir.
Asemptomatik bakteriürinin sistit ya da pyelonefrite yol açma olasılığı %30-50 arasında değişmektedir. Öte yandan bu durumun düşük doğum ağırlıklı bebeklere ya da rahim içi gelişme geriliğine neden olabileceği de ileri sürülmektedir.
Amerikan Jinekoloji ve Obstetrisyenler Birliği ilk gebelik kontrolündeya da 12-16.haftalarda idrar kültürü yapılmasını ve bunun son trimesterda tekrarlanmasını önermektedir.
Hamile kadınlarda asemptomatik bakteriüri saptandığında mutlaka tedavi edilmelidir. Bu amaçla en sık karşılaşılan mikroplara karşı antibiyotikler kullanılabileceği gibi ideal olan antibiyogram yapılarak, üreyen bakterinin hangi antibiyotiklere karşı duyarlı, hangilerine karşı dirençli olduğu saptamak ve buna göre antibiyotik kullandırmaktır. Kullanılacak olan antibiyotik gebelik sırasında kullanılmasında sakınca olmayan bir gruptan seçilmelidir.
Geçmişten gelen yanlış ve gereksiz antibiyotik kullanma alışkanlığı nedeni ile pekçok mikrop geleneksel ve ucuz antibiyotiklere karşı direnç geliştirdiğinden bunlar günümüzde etkinliğini yitirmiş, ve basit mikroorganizmaları yok edebilmek için çok daha karmaşık ve pahalı antibiyotikler geliştirilmek zorunda kalınmıştır. Bu nedenle hangi hastalık için olursa olsun doktor önerisi olmadan antibiyotik kullanılması ileride olumsuz sonuçlar yaratacaktır.
Asemptomatik bakteriüri tedavisinde değişik protokoller olmakla birlikte genelde 7-10 günlük tedavi ile enfeksiyon ortadan kaldırılabilmektedir.
Tedavi sonrasında yeniden kültür yapılarak tedavinin etkili olup olmadığı araştırılmalırdır.
Akut sistit
Akut sistit, yani mesane enfeksiyonu, asemptomatik bakteriüriden idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, idrar tutamama gibi yakınmaları varlığı ile ayrılır. Sistitte hasta kendini çok hastaymış gibi hissetmez ve ateş görülmez. Çok nadiren idrarda kan görülebilir. Hamilelerin %1-3’ünde sistit ortaya çıkmaktadır.
Akut sistit, yani mesane enfeksiyonu, asemptomatik bakteriüriden idrar yaparken yanma, sık idrara çıkma, idrar tutamama gibi yakınmaları varlığı ile ayrılır. Sistitte hasta kendini çok hastaymış gibi hissetmez ve ateş görülmez. Çok nadiren idrarda kan görülebilir. Hamilelerin %1-3’ünde sistit ortaya çıkmaktadır.
Genel olarak sistit varlığında kültür sonucu beklenmeden ampirikolarak antibiyotik tedavsine başlanır. Tercih edilecek antibiyotik en sık görülen mikroorganizmalara yönelik bir tane olmalıdır. Kültür ve antibiyogram sonucu çıktığında eğer başlanan antibiyotiğe direnç saptanır ise duyarlı olarak bulunan başka bir antibiyotiğe geçilir. Sistitin klasik tedavisi 7-10 gün sürmekle birlikte 3 günlük tedavi protokolleri de vardır ve hamile olmayanlarda benzer tedavi etkinliği sağlamaktadır. Ancak bu protokollerin hamile kadınlar üzerindeki etkisi henüz açık değildir. Kısa protokoller ile tedavi edilen hamile kadınlarda durumun tekrarlama olasılığı daha yüksek gibi görünmektedir.
Piyelonefrit
Böbrek enfeksiyonu olan piyelonefrit çok ciddi bir sistemik hastalıktır ve annede kan enfeksiyonu (sepsis), bebekte ise erken doğuma neden olabilir. Tanı genelde idrarda bakteri saptanması ile birlikte ateş, titreme, bulantı, kusma ve yan ağrısının olması ile konur. Ateş sıklıkla 39 derecenin üzerindedir. Alt idrar yolu enfeksiyonlarında bulunan idrar yaparken yanma ve sık idrara çıkma gibi yakınmalar görülmeyebilir.
Böbrek enfeksiyonu olan piyelonefrit çok ciddi bir sistemik hastalıktır ve annede kan enfeksiyonu (sepsis), bebekte ise erken doğuma neden olabilir. Tanı genelde idrarda bakteri saptanması ile birlikte ateş, titreme, bulantı, kusma ve yan ağrısının olması ile konur. Ateş sıklıkla 39 derecenin üzerindedir. Alt idrar yolu enfeksiyonlarında bulunan idrar yaparken yanma ve sık idrara çıkma gibi yakınmalar görülmeyebilir.
Piyelonefrit hamilelerin %2’sinde görülen bir enfeksiyondur ve bunların %20’sinde aynı gebelik sırasında hastalık tekrarlamaktadır.
Piyelonefritin erken dönemde agresif şekilde tedavi edilmesi komplikasyonların önlenmesi açıından kritik önem taşır. Genelikle hastanede yatarak ve damardan antibiyotik uygulanarak tedavi edilir. Ancak yapılan yeni çalışmalarda ağzıdan alınan antibiyotikler ile de etkili tedavi sağlanabildiği gösterilmiştir.
Tedaviye kültür sonucubeklenmeden başlanır ve kültür sonucuna göre eğer gerek olursa kullanılan antibiyotik değiştirilir. Zaman zaman farklı mikroorganizmalara yönelik iki antibiyotik aynı anda kullanılabilir. Tedavi sırasında hastanın yeterli hidrasyonunun yani sıvı alımının sağlanması önemlidir.
Tedaviye hastanın ateşi düşünceye ve genel durumu düzelinceye kadar devam edilir. Hastaların çoğu antibiyotik ve sıvı tedavisine 24-48 saat içinde yanıt verir. Tedavinin başarısız olmasında en önemli etken kullanılan antibiyotiğe karşı direnç olmasıdır bununla birlikte tedaviye dirençli olgularda altta yatan "idrar yollarında taş" gibi başka bir neden olup olmadığı araştırılmalıdır.
Hamilelerin %4-5’inde idrar yolu enfeksiyonları tekrarlar.Böyle bir durumda idrar yollarında anatomik ya da fonksiyonel bozukluklar detaylı bir ürolojik inceleme ile araştırılmalıdır.
İdrar yolu enfeksiyonlarının hamilelik üzerindeki etkileri
İdrar yolu enfeksiyonlarının gebelik ve bebek üzerindeki etkileri değişkendir. Yapılan bir çalışmada 25.000’den fazla gebe kadın incelenmiş ve idrar yolu enfeksiyonlarının erken doğum eylemi, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon, anemi, ve amniyon iltihabına neden olduğu saptanmıştır. İdrar yolu enfksiyonları ayrıca düşük oğum ağırlığı ve prematürite riskini de arttırmaktadır.
İdrar yolu enfeksiyonlarının gebelik ve bebek üzerindeki etkileri değişkendir. Yapılan bir çalışmada 25.000’den fazla gebe kadın incelenmiş ve idrar yolu enfeksiyonlarının erken doğum eylemi, gebeliğe bağlı yüksek tansiyon, anemi, ve amniyon iltihabına neden olduğu saptanmıştır. İdrar yolu enfksiyonları ayrıca düşük oğum ağırlığı ve prematürite riskini de arttırmaktadır.
GEBELİKTE RUBELLA ENFEKSİYONLARI
Halk arasında kızamıkçık olarak bilinen rubella oldukça yaygın görülen bir virus enfeksiyonudur. Hamilelik sırasında geçirildiğinde bebekte ciddi sorunlara neden olabilmektedir.
Rubella nedir?
Rubella (kızamıkçık) döküntüler ile birlikte görülen ateşli bir viral enfeksiyondur. Genelde çocukluk çağında geçirilen rubella yaklaşık 3 gün kadar sürer ve çoğu zaman kızamıktan çok daha hafif seyreder. En önemli belirtileri kendisine özgü yüzden başlayıp vücuda yayılan ve üç gün süren tipik döküntü, hafif ateş, iştahsızlık, öksürük, baş ağrısı ve eklem ağrısıdır. Döküntü dışındaki belirtiler hafiftir ve bazen 1-2 hafta kadar sürebilir. Hatta hastalık bazen o kadar hafif seyreder ki hastalık geçirilip geçirilmediği bile anlaşılamaz. Rubella erişkinlerde biraz daha şiddetli seyredebilir ve eklem ağrıları görülebilir. . Hastalık geçirildikten sonra kişide kalıcı bir hasar bırakmaz. Enfeksiyonu geçiren kişi bağışıklık kazanır ve bir daha rubellaya yakalanmaz.
Hastalığın kuluçka süresi 14-23 gündür. Yani kişi hasta bir bireyle temas ettikten 14-23 gün sonra belirtiler ortaya çıkar.
Rubella virüsü hasta kişinin burun ve boğazında bulunur. Hastalık burun ve boğaz salgıları ile direkt temas ya da hasta kişinin öksürük ve hapşırması ile havaya yayılan virüsler yolu ile bulaşır. Hasta bir kişi döküntü orataya çıkmadan 1 hafta öncesi ile döküntüyü takip eden 4 günlük süre içinde bulaştırıcılığa sahiptir.
Rubella günümüzde büyük ölçüde önlenebilen bir hastalıktır ve önlemenin tek yolu aşılamaktır. Aşı sonrasında kalıcı bağışıklık gelişir. Üreme çağındaki erişkinlerin çok büyük bir kısmı ya çocukluk çağında geçirdikleri için ya da aşılandıklarından dolayı rubellaya karşı bağışıklık taşımaktadırlar.
Rubellaya karşı bağışıklık olup olmadığı kanda yapılacak olan serolojik bir inceleme ile kolaylıkla anlaşılabilir. Rubella IgG pozitif olması o kişinin kızamıkçığa karşı bağışıklığının olduğunu gösterir.
Gebelikte rubellanın bebek üzerindeki etkileri nelerdir?
Rubella enfeksiyonu gebelik sırasında geçirildiğinde bebekte ciddi hasarlara ya da düşüklere neden olabilir. Amerika Birleşik Devletlerinde 1964-65 yıllarında yaşanan salgın sonucunda 20.000’den fazla bebek anomalili olarak doğmuş, 10.000’den fazla gebelik ise düşükle sonuçlanmıştır.
Rubella aşısının 1969 yılında kullanıma girmesinden sonra ise büyük salgınlar önlenebilmiştir. Ancak yine de dünyanın değişik bölgelerinde küçük çaplı salgınlar yaşanabilmektedir. Günümüzde üreme çağındaki pekçok kadının bu hastalığa karşı bağışıklığının olması nedeni ile rubellaya bağlı doğumsal kusurların görülme sıklığı son derece azalmıştır.
Anneleri hamileliğin ilk trimesterında rubella geçiren bebeklerin yaklaşık dörtte biri bir ya da birden fazla sayıda doğumsal kusur ile dünyaya gelmektedirler. Bu durum konjenital (doğumsal) rubella sendromu olarak adlandırılır. En sık karşılaşılan doğum defektleri arasında görme kaybı ve tam körlükle sonuçlanabilen göz problemleri, işitme kaybı, kalp anomalileri, zeka geriliği, ve serebral palsi sayılabilir.
Konjenital rubella sendromu olan çocukların önemli bir kısmı ileriki yaşamlarında yürüme ve öğrenme güçlüğü yaşamaktadırlar.
Öte yandan gebelikte geçirilen rubella sıklıkla düşük ve ölü doğumlara da neden olmaktadır.
Bebekte konjenital rubella sendromu ortaya çıkma riski hastalığın gebeliğin hangi döneminde geçirildiği ile yakından ilgilidir. Hastalık ne kadar erken dönemde geçirilirse risk o kadar artmaktadır. En büyük risk ilk trimesterda rubellla geçirilmesidedir. Böyle bir durumda bebeğin etkilenme ya da düşük olma riski %25-80 arasında değişmektedir. İkinci trimesterın başlarında geçirildiğinde ise konjenital rubella riski %1 civarına inmektedir. Yirminci haftadan sonra ise nadiren doğum defektine neden olmaktadır.
Bazı bebeklerde ise kalıcı olmayan sağlık sorunları görülebilmektedir. Bunlar arasında en sık karşılaşılan düşük doğum ağırlığıdır. Ayrıca zaman zaman beslenme problemleri, ishal, zaatürre, menenjit ve anemi gibi tablolar görülebilir. Geçici kanama bozukluklarına bağlı olarak cillte mor-kırmızı lekeler olabilir. bebekte karaciğer ve dalak büyümesi saptanabilir.
Konjenital rubella sendromu nasıl tedavi edilir?
Ne yazık ki konjenital rubella sendromunun belirli bir tedavisi yoktur. Kan ve karaciğer sorunları gibi yenidoğan döneminde sıkça karşılaşılan sorunlar çoğu zaman kendiliğinden tedavisiz iyileşir. Görme ve işitme ile ilgili sorunların bir kısmı ise erken cerrahi ile düzeltilebilir. ya da en azından daha iyi hale getirilebilir.
Konjenital rubella sendromu önlenebilir mi?
Evet. Konjenitla rubella sendromu önlenebilir. Bu nedenle çocukluk çağında kızamıkçık geçirip geçirmediğini bilmeyen tüm anne adaylarının gebe kalmadan önce kan testi yaptırırark durumlarını öğrenmeleri yararlı olacaktır. Çok nadiren de olsa bağışıklığı olmayan kişilerde gebe kalmadan önce aşı yapılması uygun bir yaklaşımdır.
Gebe kaldıktan sonra rubella taraması yapılan ve bağışıklığı olmadığı saptanan kadınlarda ise aşı yapılamaz. Böyle bir durumda kişi hamileliği süresince rubella geçiren kişilerden uzak durmalıdır.
Rubella aşısından ne kadar sonra hamile kalınabilir?
Gebelik planlayan ve aşılanan kadınlarda yakın bir geçmişe kadar 3 ay süreyle gebeliğe izin verilmemekteydi. Amerikan Hastalık Kontrol Merkezi (CDC), aşı yaptıran ancak 3 aylık süre içinde gebe kalan kadınlardan doğan bebekler üzerinde yaptıkları araştırmalarda bu durumun herhangi bir doğumsal kusura neden olduğu yönünde veri elde edememiş olsa da potansiyel riskleri nedeni ile 3 ay süre ile gebe kalınmamasını önermekteydi. Ancak gebe kalmadan önceki 3 ay içinde ya da gebeliğin erken dönemlerinda aşı yaptıran kadınların incelendiği son araştırmalardan elde edilen verilerin sonucunda aşıya bağlı konjenital rubella sendromu gelişme riski % 0.5-1.3 arasında bulunmuştur. Bu risk gebeliğin erken dönemlerinde enfeksiyon geçirilmesi durumunda karşılaşılan %25’lik riskten çok daha düşük olduğu için günümüzde rubella aşısından sonra 28 gün süreyle korunulması yeterli olarak kabul edilmektedir.
Ülkemizde kızamıkçık aşısı kabakulak ve kızamık aşıları ile birlikte olarak tüm çocuklara uygulanmaktadır.
GEBELİKTE TOKSOPLAZMOZİS ENFEKSİYONU
Pek çok kişi etraflarında bir kadının kediden bulaşan bir hastalık yüzünden düşük ya da ölü doğum yaptığı öykülerini duymuştur. Bu öyküler nedeni ile hamile kadınlar genelde kedi köpek gibi evcil hayvanlardan uzak durmaya çalışırlar. Hatta hamilelik öncesinde evlerinde bu tür evcil hayvan besleyenler ya bu dostlarını ebediyen terk ederler ya da bir tanıdıklarına vermeye çalışırlar. Hamilelikleri sırasında da kedi ya da köpek beslenen evlere pek uğramazlar.
Pek çok kişi etraflarında bir kadının kediden bulaşan bir hastalık yüzünden düşük ya da ölü doğum yaptığı öykülerini duymuştur. Bu öyküler nedeni ile hamile kadınlar genelde kedi köpek gibi evcil hayvanlardan uzak durmaya çalışırlar. Hatta hamilelik öncesinde evlerinde bu tür evcil hayvan besleyenler ya bu dostlarını ebediyen terk ederler ya da bir tanıdıklarına vermeye çalışırlar. Hamilelikleri sırasında da kedi ya da köpek beslenen evlere pek uğramazlar.
Kedilerden bulaştığı inancı yaygın olan bu hastalığın adı toksoplazmozis’dir. Gerçekçi olmak gerekirse insanlara bulaşan toksoplazma enfeksiyonlarında kediler en az suçlanması gereken faktördür.
Toksoplazmozis nedir?
Toksoplazmozis Toxoplasma gondii adı verilen parazitin neden olduğu bir enfeksiyondur. İlk kez 1908 yılında Afrikada gondi adı verilen bir tür kemirgende saptanmıştır. Tüm dünyada insanların da dahil olduğu pekçok tür omurgalı canlıda enfeksiyona neden olur. Buna karşılık sadece evcil kedilerin barsağında dişisi ve erkeği bir araya gelerek üreyebilir. Başka bir yerde üremesi mümkün değildir. Bu enfektif parazitler kedinin dışkısı ile dış dünyaya atılır ve buradan diğer canlılara sindirim sistemi yolu ile bulaşır. Bir başka değişle enfeskiyonun insan ya da diğer hayvanlara bulaşabilmesi için ağızlarından girmesi gerekir.
Toksoplazmozis nasıl bulaşır?
Kediler de bu paraziti enfekte bir hayvanı (fare gibi) çiğ olarak yediklerinde alırlar. Bundan sonta yaklaşık 2 hafta süreyle parazit kedinin barsağında çoğalır. Takip eden dönemde kedinin dışkısı ile dışarıya atılır. Atılan bu parazitlerin bulaşıcı olabilmesi için dış dünyada 24 saat geçirmeleri gerekir. Daha önce bulaşıcılıkları olmaz. Enfekte bir kedi yaklaşık 2-3 hafta süreyle dışkısı ile parazit atar. Bundan sonraki dönemde kedinin dışkısında parazit olmaz. Bir kere toksoplazma enfeksiyonu geçiren kedi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden enfekte olmayacağı gibi bulaştırıcılık özelliği de taşımaz Benzer bir özellik insanlarda da vardır. Bir kere enfeksiyon geçiren bir kişi bağışıklık kazanır ve daha sonra yeniden hastalanmaz.
Sokak kedileri genelde bu enfeksiyonu yaşamlarının çok erken döneminde geçirirler ve beğışıklık kazanırlar. Bu nedenle büyük sokak kedilerinden enfeksiyon bulaşması çok uzak bir olasılıktır.Benzer şekilde çiğ etle beslenmeyen sadece kuru mama yiyen ve sokağa çıkmayan ev kedilerinde ise hastalığın görülmesi olanaksızdır.
Kedinin dışkısı ile toprağa atılan ve 24 saat içinde bulaşıcı özellik kazanan parazitler beslenme sırasında (örneğin otlaklarda) sığır, koyun, inek gibi hayvanların sindirim sitemine geçer. Daha sonra buradan kas dokusu içine geçerek hayvanı enfekte eder. Böyle bir hayvanın eti pişirilmeden ya da az pişirilerek bir insan tarafından yendiğinde direkt olarak o insanda da enfeksiyona neden olur. Bir başka bulaşma yolu da toksoplazma bulunan toprakla temas etmiş meyve ve sebzelerin uygun şekilde yıkanmadan yenmesidir.
Görüldüğü gibi toksoplazma insana 3 temel şekilde bulaşabilir.
- Enfekte bir kedinin dışıkısı ile temas edip daha sonra bu temasın gerçekleştiği eli yıkamadan ağıza götürmek
- Enfekte bir hayvanın etini iyice pişirmeden yemek
- Paraziti barındıran bir besin maddesini iyice yıkamadan yemek
İnsanlarda bir bulaşma yolu daha vardır:
- Enfekte bir anne adayından hamilelik sırasında bebeğine bulaşması
Ne sıklıkta görülür
Tüm dünyada toksoplazmozisin görülme sıklığı konusunda net bir istatistik yoktur. Ancak insanların yaklaşık %25-50’sinin yaşamlarının herhangi bir döneminde parazitle temas ettikleri ve enfekte oldukları tahmin edilmektedir. Ilıman iklimlerde daha fazla görülür. Hastalığın en fazla görüldüğü Fransa’da insanların %65’inin bu enfeksiyonu geçirdiği tahmin edilmektedir.
Belirtileri nelerdir?
Toksoplazma enfeksiyonları erişkinlerde genelde pek belirti vermez. Çoğu zaman doktora gitme gereksinimi doğurmayan hafif bir soğuk algınlığı şeklinde atlatılır. Hafif kas ve eklem ağrıları, halsizlik, yorgunluk, lenf düğümlerinde şişlik gibi belirtiler görülebilir. Belirtiler birkaç hafta ile birkaç ay içinde kendiliğinden geriler. Çok nadiren göz enfeksiyonlarına neden olabilir.
Bağışıklık sistemi baskılanmış lösemi, lenfoma, AIDS hastaları ile organ nakli yapılan hastalarda çok daha ağır seyredebilir ve hatta ölümlere neden olabilir.
Tanısı nasıl konur?
Toksoplazmozis kanda bu parazite karşı vücudun bağışıklık sisteminin ürettiği antikorların varlığının saptanması ile konur. Yapılan incelemede toksoplazmaya karşı IgG pozitifliği hastalığın daha önceden geçirildiği ve bağışıklık olduğu anlamına gelir. Böyle bir durumda yeniden toksoplazmaya yakalanmak mümkün değildir. kanda IgM varlığı ise aktif yeni bir enfeksiyon varlığını gösterebilir. Böyle bir durumda tekrarlanan incelemelerde IgM düzeylerinde artış görülmesi ile tanı konur ve tedavi edilir. Hem IgG hem de IgM negatifliğinde hastalık yok ve kişi daha önce bu hastalık ile hiç karşılaşmamış demektir ve toksoplazmaya yakalanmamak için önlemlerin alınması gerekmektedir.
Bebek için riskleri nelerdir?
Hamilelikleri sırasında toksoplazma enfeksiyonuna yakalanan kadınların sadece %30-40’ı bu hastalığı bebeklerine geçirirler.
Annedeki enfeksiyonun bebeği de etkileme riski gebelik yaşı ile direkt ilişkilidir. Bu risk gebeliğin son trimesterında daha yüksektir ve %70’le kadar ulaşabilirken bu oran ilk trimester enfeksiyonlarında %15’ler civarındadır. Ancak ilk trimesterda bebeğe enfeksiyon geçme olasılığı düşük olmasına rağmen bebekte yaratacağı zarar daha fazladır.
Bir başka deyişle son 3 ayda bebeğe enfeksiyon geçmesi daha kolay ancak zarar yaratma olasılığı son derece düşükken, ilk 3 ayda çok zor geçen enfeksiyon daha ciddi sorunlara neden olmaktadır.
Erken dönemde görülen toksoplazma düşük ya da ölü doğumlara neden olabilir. Toksoplazmanın diğer etkileri ise beyin hasarı, beyinde su toplanması (hidrosefali), görme ve işitme bozuklukları, gelişme geriliği, zeka geriliği ve epilepsi gibi sinir sistemi bozukluklarıdır.
Hamilelikte toksoplazma enfeksiyonu saptanırsa ne yapılmalıdır?
Hamilelikl sırasında anne adayında toksoplazma enfeskiyonu saptanması bebekte mutlaka bir sorun olacağı anlamına gelmez. Böyle bir durumda detaylı ultrasonografi ile enfeksiyonun bebekte zarar oluşturup oluşturmadığı aranır. 20. gebelik haftasından sonra ise bebeğin göbek kordonundan kan alınarak (kordosentez) kesin tanı konulabilir. Burada bebek kanında IgM varlığı bebekte enfeksiyon olduğunun kesin belirtisidir.
Tedavi
Hamile olmayan bir kadında toksoplazmanın tedavisi antibiyotik ile yapılır. Hamilelerde ise uygulanan antibiyotiğin bebekte oluşması muhtemel hasarı engelleyip engellemediği açık değildir.
Eğer bebekte ciddi sekel saptanır ise tercih edilmesi gereken yöntem gebeliğin sonlandırılmasıdır.
Hamilelikte toksoplazmaya bağışıklık olmadığı saptanırsa ne yapılmalıdır?
Böyle bir durumda toksoplazmadan korunma önlemlerine dikkat edilmeli ve belirli aralıklarla kanda toksoplazmaya karşı antikor oluşup oluşmadığı araştırılmalıdır.
Toksoplazmadan korunma yolları
Toksoplazmadan korunmanın en etkili yolu hijyen kurallarına uymaktır
- Ellerinizi sık sık yıkayın.
- Eğer toprak ile uğraşıyorsanız mutlaka eldiven giyin
- Çiğ ya da az pişmiş et yemeyin (salam sucuk vb)
- Çiğ et ile temas ettikten sonra mutlaka ellerinizi yıkayın
- Çiğ et kesiiğiniz bıçak ile iyice yıkamadan başka bir madde kesmeyin
- Çiğ et kestiğiniz kesme tahtalarını iyice yıkamadan üzerinde başka bir işlem yapmayın
- Çiğ sebze ve meyveleri mutlaka çok iyi yıkayın
- Tercihan dışarıda yeşil yapraklı salataları yemeyin
- Pastörüze edilmemiş süt içmeyin bu tür sütlerden üretilmiş ürünleri kullanmayın
- Evde kedi varsa kumunu siz değiştirmeyin
- Kedinin kumunun 24 saat aralıklarla mutlaka değişmesini sağlayın
- Kedinizi dışarı bırakmayın
- Kedinize çiğ et yedirmeyin
Ev kedisinden toksoplazma bulaşması son derece nadirdir ve hamile kaldığınızda evdeki kedinizi göndermeniz gerekmez. Konu ile ilgili olarak hamilelikte kedi beslemek güvenli midir? başlıklı yazıyı okumanızı öneririm
GEBELİKTE CMV VİRUS ENFEKSİYONLARI
Sitomegalovirüs (Cytomegalovirus, CMV) herpes ailesinden bir virüstür. Bu aileye dahil olan diğer virüsler uçuğa neden olan herpes simplleks virüsü ile su çiçeğine neden olan virüstür.
Tüm coğrafi bölgelerde bulunan bu virüsün neden olduğu enfeksiyon en sık karşılaşılan enfeksiyonlardan birisidir. Amerika Birleşik Devletlerinden her 100 kişiden 50 ile 85’inin 40 yaşına gelinceye kadar bu virüsle temas edip enfekte olduğu tahmin edilmektedir.
CMV aynı zamanda anneden karnındaki bebeğe bulaşan enfeksiyonlar arasında da en sık karşılaşılanlardan birisidir. Amerika Birleşik Devletlerinde doğan her 100 bebekten 1’inde CMV enfeksiyonu görüldüğü ve CMV’nin en sık karşılaşılan konjenital enfeksiyon olduğu kabul edilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde ve düşük sosyoekonomik düzeye sahip toplumlarda daha sık görülür.
CMV enfeksiyonları primer (ilk kez geçirilen) ya da rekürren (tekrarlayan) enfeksiyonlar şeklinde görülebilir.
Kişi enfeksiyona yakalanıp akut dönemi atlattıktan sonra tüm herpes grubunda olduğu gibi virüs vücutta herhangi bir bölgede yerleşir ve yıllarca sessiz kalır. Buna karşılık hastalığın tekrarlaması son derece nadirdir ve genellikle ilaç kullanımı ya da sistemik hastalık nedeni ile (AIDS gibi) bağışıklık sisteminin ileri derecede baskılandığı durumlarda yeniden aktive olur. İnsanların büyük kısmında sorun yaratmadığı için CMV enfeksiyonları önemli hastalıklar grubuna dahil edilmez.
Öte yandan hastalığın ciddi etkiler ortaya koyabileceği bazı risk grupları vardır. Bunlar:
- Annesinde aktif enfeksiyon olan doğmamış bebekler
- Çocukların yoğun olarak bulunduğu kreş, okul gibi yerlerde çalışan kadınlar
- Organ nakil hastaları ya da AIDS hastaları gibi bağışıklık sisteminin ileri derecede baskılandığı kişiler
Bulaşma yolları
CMV enfeksiyonları çocuklar da dahil olmak üzere her yaştan kişiyi etkileyebilir. Genelde çocuklardan yetişkinlere bulaşan bu virüs idrar, tükrük, gözyaşı, semen ve süt gibi vücut sıvılarında da bulunduğundan direkt temas yolu ile yayılır. Semende ve vajinal sıvılarda da bulunduğundan cinsel ilişki ile de bulaşması olasıdır. Çok nadiren kan nakli sırasında da bulaşma gerçekleşebilir. Önemli bulaşma yollarından biri de hamile bir kadından karnındaki bebeğe bulaşmasıdır.
Enfeksiyon geçirildikten sonra bağışıklık cevabı oluşur ancak bu cevap tam bir cevap değildir ve suçiçeği, kabakulak gibi diğer pek virüs enfeksiyonundan farklı olarak birkez enfeksiyonu geçirmek yeniden geçirilmeyeceği garantisini vermez. Ancak burada farklı olarak aynı virüsle yeniden karşılaşıldığında yeni bir enfeksiyon olmaz. Kişide var olan ve sessiz (latent) bekleyen enfeksiyon aktif hale gelebilir.
Bulaşmada temel yol vücut sıvıları ile direkt temastır. Bu temas ile alınan virus ağız ya da burun mukozasına girer ise hastalık bulaşır. Bu nedenle enfekte olduğundan şüphe edilen kişilerin vücut sıvıları ile temas ettikten sonra elleri yıkamak bulaşmayı büyük ölçüde önler. Örneğin bir çocuğun alt bezini değiştirdikten sonra elleri iyice yıkamak çok etkili bir korunma yöntemidir.
Belirtileri
CMV enfeksiyonları genelde herhangi özgün bir belirti vermeden geçirilir. Çoğu zaman kişi herhangi bir enfeksiyon geçirdiğini anlamaz. En sık karşılaşılan yakınmalar üst solunum yolu enfeksiyonlarına benzer. Boğaz ağrısı, hafif ateş, yaygın kas ve eklem ağrısı ile halsizliktir. AIDS gibi bağışıklık sistemi baskılanmış kişilerde ise görme bozukluğu gibi ciddi etkiler ortaya çıkabilir.
Tanı
CMV tanısı kanda yapılan serolojik testler ile konur. Kanda CMV’ye karşı oluşmuş antikorların varlığı aranır. Akut aktif enfeksiyonu düşündüren antikorların varlığında ise seri incelemeler yapılarak artış olup olmadığı incelenir. Kanda immmunglobulin G (IgG) varlığı ise daha önceden virüs ile karşılaşıldığı ve bağışıklık oluştuğu anlamına gelir. Ancak bu değerlerdeki 4 katlık artış da enfeksiyon tanısı koydurur.
Gebelikte primer CMV enfeksiyonu
Anne adayında primer CMV enfeksiyonunun görülme olasılığı %0.4-0.7 arasındadır. Anneden bebeğe geçiş ise değişik çalışmalarda %24-75 arasında olup ortalama %40 olarak kabul edilmektedir. Hamilelik sırasında enfekte olan fetuslarda konjenital CMV enfeksiyonu varlığından söz edilir.
Enfekte olan %40 bebeğin sadece %10’unda konjenital CMV enfeksiyonuna bağlı belirtiler ortaya çıkar. Bir başka deyişle hamilelikleri sırasında primer CMV enfeksiyonu geçiren her 100 anne adayından sadece 4’ünün bebeğinde problem görülürken 36’sında doğum anında sorun yaşanmaz. .
Etkilenmiş yenidoğanda genel bir enfeksiyon vardır. En sık etkilenen organlar beyin, gözler, karaciğer, dalak, kan ve deridir. Beyinde kalsifikasyonlar, kafanın normalden küçük olması (mikrosefali), karaciğer ve dalakta büyüme sık karşılaşılan bulgulardır. Bu bebekler destekleyici tedavilerle yaşamlarını sürdürürler ancak %80-90’ında yaşamlarının ilk yılları içinde uzun dönem etkiler ortaya çıkar.
Uzun dönem etkileri arasında ise işitme kaybı, zeka geriliği, gelişme geriliği ve görme bozuklukları sayılabilir.
Doğum sırasında bulguların görülmediği %90 bebeğin (yukarıdaki örnekteki 36 bebek) ise %10-15’inde uzun dönem etkiler ortaya çıkabilir.
Gebelikte tekrarlayan enfeksiyon
Gebelikte tekrarlayan CMV enfeksiyonu görülme olasılığı primer enfeksiyon görülme olasılığından çok daha fazladır ve %1-14 arasında karşılaşılır. Buna karşılık rekürren enfeksiyonların bebekte konjenital enfeksiyona yol açma riski çok daha düşük olup %0.2-2 arasında değişmektedir. Buna paralel olarak konjenital CMV enfeksiyonu olan bebeklerin de sedece %1’inde bulgular ortaya çıkar. Ancak primer enfeksiyonda da söz konusu olan %10-15’lik uzun dönem etki riski tekrarlayan enfeksiyonlarda da mevcuttur.
Anne adayından bebeğe CMV bulaşma riski konusunda gebelik yaşının herhangi bir belirleyici değeri yoktur. Ancak 20. haftadan önce olan bulaşmalarda problem ortaya çıkma riski daha yüksektir.
Hamilelikte CMV’nin tedavisi var mıdır?
Ne yazık ki pekçok viral enfeksiyonda olduğu gibi hamilelik sırasında ya da diğer zamanlarda ortaya çıkan CMV enfeksiyonlarında da etkili bir tedavi seçeneği yoktur. Bazı antiviral ajanlar denenmekle birlikte bu ajanların etkinliği halen tartışmalıdır.
Korunma yolları
Tüm enfeksiyonlarda olduğu gibi CMV enfeksiyonlarından korunmanın da en etkili yolu uygun kişisel hijyendir. Bebeğin alt bezinin değiştirilmesi gibi herhangi bir vücut sıvısı ile temas edildiğinde eller mutlaka sabun ile yıkanmadan önce ağıza götürülmemelidir. Bu en etkili korunma yöntemidir.
Özetlemek gerekirse CMV enfeksiyonları çok sık karşılaşılan enfeksiyonlar olmakla birlikte hamilelikte son derece nadir görüldüklerinden ciddi bir risk yaratmazlar. Bununla birlikte virüsle ilk kez hamilelikleri sırasında karşılaşan kadınların bebeklerinde düşük de olsa potansiyel risk mevcuttur. Daha önceden enfeksiyonu geçirmiş olan kadınlarda ise enfeksiyonun yeniden aktive olması durumunda bu risk ihmal edilecek kadar azalmaktadır. .
Gebelikten önce ya da gebelik sırasında anne adayında yapılacak olan CMV’ye yönelik antikor taramasının gerekli olup olmadığı tartışmalıdır. Ancak kişisel görüşüm bu testin yapılması yönündedir. Test yapılıp anne adayının daha önceden bu enfeksiyonu geçirdiği saptandığında, hamilelik sırasında yeniden enfeksiyon ortaya çıkması durumunda bunun tekrarlayan enfeksiyon olduğu anlaşılacağından bebeğin zarar görme olasılığının son derece düşük olduğu kararına ancak bu şekilde varılabilir.
İdrar yolu enfeksiyonları kadın hastalıkları ve doğum hekimlerinin çok sık karşı karşıya kaldığı hastalıklardan birisidir. 0.312.466 3929